Tuna’nın ısrarcı tutumuna dayanamaz ve kalbinin tam ortasından ikiye bölünüverir Budapeşte.
Takip ettiğim bloglardan birinde Budapeşte’nin sessiz sakinlerinden bahsetmiş, bu cümle ile giriş yapmış. Beni çok etkileyen bu cümleyi sizinle paylaşarak başlamak istedim bende yazıma. Bu şehir iki ayrı ruh gibi, iki güzel ruh.. İki ayrı çehre iki ayrı geçmiş, iki ayrı çoğrafya ama birbirine köprüleriyle tutunmuş bir bütün. Biri Budasız, öbürü Peşte siz yapamaz.
Sadece kalesi, nehri, köprüleri değil bu şehri özel kılan. Birde şehrin ruhunu besleyen, her bir sokağında sizi gördüğüne sevinen heykelleri var.
Zincirli Köprü yakınlarındaysanız erkek sanılan ama sevimliliği gözden kaçmayan heykeltraş Laszlo Marton’un kızı olan küçük prenses Eve oturmuş size bakıyor olacak.
Parlemento binasının önünde boş ayakkabıların hikayesini öğrenince yüreğiniz burkulacak.
Kendinizi tutamayıp sizde o güzel kızın köpeğini seveceksiniz,
Romandan fırlayan Pal sokağı çocukları oyunlarına çağıracak sizi,
Gül baba hürmetlerinizi sunmanız için bekliyor olacak
Şehrin kahramanları başları dik gururla bakıyor olacak gökyüzüne,
Zincirli köprüdeki aslan heykeli ise mimarının ölümüne neden olduğunu anlatacak.
Tuna’ yı resmederken ressam izin verecek tablosunu ve sanatını izlemenize, Şairler siz ona hayranlıkla bakarken göz kırpacak size.
Bu şehir tıpkı yaşayan halkı gibi özümsemiş bu heykelleri ve bütünün bir parçası haline getirmiş,
Şehrin hikayesi bu bronz renkli güzelliklerde, Budapeşte’ ye yolunuz düştüğünde her birini takip edin anlatacak çok hikayeleri var size…
Sevgiler
Not:Resimlerin bir kısmı wikipedia dan alıntıdır